14 Nisan 2012 Cumartesi

İyi sendikacı nasıl olmalı?

İyi sendikacı nasıl olmalı.?
Sn Yıldırım Koç'un 14.o4.14 günlü Aydınlık gazetesindeki köşesinde sendikacılara yönelttiği bu sorusuna ,yine
kendisinin verdiği yanıt şöyle olmuştur: Suriyeye saldırıya karşı çıkan,bölücülerin anayasa girişimini bir bütün
olarak rededen ve AKP ye karşı açık tavır alan sendikacıdır.
Elbette sendikacı da bir vatandaş olarak siyasî görüşlerine ters düşmüyorsa yukarıda belirtilen doğrultuda
hareket edebilir ve etmelidir de.Ne var ki bunun için yalnız sendikacıların değil,sendikalı ve sendikasız bütün işçilerin bir sosyal sınıf olma bilincine ve sendika olarak yürüttükleri ekonomik mücadelenin siyasi mücadele
ile birlikte yürütülmesi zorunluluğunu anlamadıkça iyi sendikacı olamayacaklarıdır.

Hepimiz biliyoruz ki,işçilerimizin ve sendikacılarımızin önemli bir bölümü  sermayenin çıkalarını savunan partilerden bir türlü vazgeçememektedirler.Çünkü tarihimiz boyunca  siyasal iktidar hep sermaye partileri
arasında el değiştiregelmiş,işçi sınıfı da gerek ekonomik gerekse siyasal haklarını eldeedebilmek için bu partilerden medet ummuşlar ve bugün bile ummaktadırlar.

Bireylerin ve toplumlara nasıl davranmaları gerektiğini sözle yazı ile anlatmak kolay değildir. Onlar ancak sosyal mücadelenin içinde yuğrularak ve çoğu zaman da ne yazık ki ezilerek doğru yolu  bulmaktadırlar.
Çıkar çelişkilerinden kaynaklanan mücadeleler artıp şiddetleri de yükseldikçe kendi kaderini kendisinin belirleyeceği bir içşi sınıfı doğmuş olacaktır.






4 Nisan 2010 Pazar

Bilgi felsefesi

Sn Prof.Dr.Sara Çelik 'in değerki eseri BİLGİ FELSEFESİ hakkında düşüncelerimi belirtmek üzere bu yazıyı kaleme almak istedim. Amacım ülkemizde başta felsefi düşünce olmak üzere düşüncenin her türüne karşı gösterilen ilgisizlik karşısında böyle bir eserin kaleme alınmış olmasından duyduğum sevinçle birlikte düşüncelerimi de açıklamaktan ibarettir.

İlk Çağdan Yeniçağa kadar Bilgi Felsefesi bütün zengiliğine ve yararlığına rağmen, esas itibarile, okuyucuya bu alanda çeşitli filozofların düşüncelerini olduğu gibi aktarmaktadır. Oysa genel kültür alanında olduğu gibi felsefe kültürü alanında da ulaştığımız düzey dikkate alınacak olursa ,gerek BİLGİ gerekse FELSEFE kavramları hakkında kitapta yeterli açıklamaların bulunmamasını bir noksanlık olarakgördüğümü belirtmek isterim. Başka bir deyişle okuyucuya sadece çeşitli filozofların düşüncelerinin aktarılması ile yetinilmeyip yazarın o filozofların düşüncelerini açıklaması ve bu meyanda onları yorumlayıp eleştirmesinin yararlığına işaret etmek isterim.

Yanılmıyorsam BİLGİ Felsefesi kitapta GNOSEOLOGY nin bir karşılığı olarak ele alınmıştır.Buna aynı zamanda PHİLOSOPHY OF KNOWLEDGE de demek mümkündür.Fakat okuyucu olarak BİLGİ NEDİR ? sorusuna bir açıklama bulmak gereksinimim vardır.
Bu soruya bağlı olarak hiç olmazsa kısaca KANAAT-opinion-VERİ-data,Enformasyon benzeri kavramlarla asıl BİLGİ kavramı arasındaki ayrılıkların belirtilmemesi kanaatimce bir noksanlıktır.
Nitekim EPİSTEMELOGY hakkında önsözde verilen bilgileri ele aldığımız zaman ortada bir karışıklık meydana geldiğini görmekteyiz.EPİSTEME (doğru bilgi,mutak bilgi) olarak tanımlanmakta ve dilimizdeki karşılığının da BİLGİ-BİLİM olduğu belrtilmektedir.
Oysa Bilgi-bilim'in aslında GNOSEOLOGY nin karşılığı olması gerekir.Çünkü Gnosis sadece bilme değil anı zamanda TANIMA anamına gelen bir sözcüktür ki bu İngilizcede Philosophy of Knowledge deyimindeki KNOWLEDGE in bir karşılığıdır.
Ancak biliginin bir diğer türü de BİLİMSEL bilgidir ki,bunu irdeleyen felsefe dalı da BİLİM FELSEFESİ -phylosophy of science dir,yani EPİSTEMOLOGY dir.

Gnosoology, evet, bilgiyi irdeleyen, eleştiren bir felsefe dalıdır.Ama bu alandaki düşünceler bilginin kaynağının ne olduğu ve o nun doğruluğunun KISTAS LARINI -ÖLÇÜTLERİNİ derinlemesine inceleyen ve örneğin Platonun yaptığı gibi bilgi ile KANAAT-opinion- ve doğru kanaat- la bilginin doğruluğu yani hakikat arasındaki ayrımlara yer veren bir görüştür.
Gnoosology de Epistemology gibi HAKİKAT'ı aramaktadır.Şu farkla ki birincisi eşya ile zihin arasındaki ilişkiyi kurmaya çalışmakta,ayrıca bilginin kaynağının zihin de mi yoksa dışında mı sorusuna yanıt aramaya çalışmaktadır ve bu çalışmayı sadece fikir alanında yürütmektedir.
Epistemeoloji ise,bilimsel yollarla elde edilmiş hakikatın niteliği ve içyüzü ile onun kullandığı metodların (gözlem,deney vb.)niteliğini ve elde edilen bilimsel bilginin ifade ettiği DEĞERLERİ
incelemektedir.Bu tür felsefeye örnek olarak tarihte Aristo' nun ORGANON unda yer alan görüşlerle Demokritos'un evrenin ATOM cu düşncelerini,ortaçağ ve yeni çağlarda EUCLİD geometrisinin eleştirisi olan' euclidçi- olmayan' Gauus' un geometrisi ile Newton'un Einstein'in zaman ve mekân teorilerini inceleyen felsefeleri gösterebiliriz

BİLİMSEL bilginin doğanın her alanına bütün canlı ve cansızlar gibi evrenin HAKİKAT'nın araştırılmasına yöneldiği ve bu sayede elde edilen verilerin gözle görülür olması bu bilimlerin
mahiyetini,metodlarını ve değelerini inceleyen felsefi düşüncenin yani epistemolojinin insanlık için nasıl vazgeçilmez ve zorunlu bir düşünce alanı olduğu kolayca anlaşılır.Tarih ve sosyoloji gibi
neuroloji ve genetik gibi bilimsel alanlar da elbette bu felsefenin içindedir.
Neurolojinin ilerlemesi beyinle dış dünya arasıdaki ilişkiye daha çok açıklık getirdiği aman belki de artık GNOSEOLOJİ öğretisinin ne dereceye kadar doğru ya da yanlış olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Eğer İNSAN DÜŞÜNEN HAYVAN sa mutlaka felsefe ile eğitilmesinde zorunluluk vardır.Çünkü ancak felsefe bize HAKİKAT anla mında DOĞRU DÜŞÜNMEYİ ÖĞRETEBİLİR.

Bu baha biçilmez değerdeki çalışmalarınız için size âcizane takdirlerimi sunmama müsaadenizi rica ederim.
Saygılarımla
Adil Aşçıoğlu


17 Nisan 2007 Salı

Köylü efendimizdir

Cumhuriyetin kuruluşunda belirlenen politik amaçlar arasında Köylümüzün kalkınmasını sağlamak için 'köylümüz efendimizdir'ilkesi labu edilmiştir.Ancak ne yazık ki bu amaca bir türlü varılamadığı köylümüzün bugünkü durumu açıkca göstermektedir.Köylününefendi olması onu başkasının mülkiyetindeki topraklarda çalışmaktan yani 'ırgatlık'tan kurtarmak ve toprak sahibi yapmakla mümkün olabiliğrdi.Toprağı olmayan ve bir ırgat olarak bakalarının torağında çalışarak yaşamını sürdürebilen köylü hiçbir zaman 'efendi' olamazdı ve olamadı. İleri batı ülkeleri uzun mücadelelerden sonra tarım ekonomisinden endüstri ekonomisine geçerken tarı m topraklarındaki mülkiyet meselelerini doğal bir gelişim içinde çözdüler.
Bizim gibi az gelişmiş ve ekonomisi tarıma dayalı ülkelerde feodal sisteme dayalı bir ekonomiden endüstrileşmeye geçiş ancak kapsamlı bir Toprak reformıundan geçmeden yapılamazdı.Ne yazık ki politik irade bunu başaramadığı için günümüzde de tarımda kapitalist bir üretime geçilememiş,tarım feodal bir sistem içinde yapılmaya devam etmiştir. Bu üretim biçimi sosyal alanda aşiretleri ve onların kuralların,geleneklernin sürdürülmesi sonucunu doğurmuştur.Başka bir deyişle eğer,bugün ülkemizin bazı bölgelerinde aşiret reislerinin eğemeliğinde çağımızla bağdaşmayan cinayetler ve tecavüzler,kadın-erkek eşitsizlikleri birer gelenek ve görenek olarak sürdürülebiliyorsa bütün bunların nedeni köylünün toprağa kavuşamamış ve dolayısile ÖZGÜRLEŞEMEM,İŞ' OLMASIDIR.
Günümüzde sadece doğu ve güneydoğu bölgelerinde değil Karadeniz bölgesinde bile miras konusunda Medenî Kanundaki kadın-erkek eşitliği uygulanmamakta ve kadın mirasçılrın hakları erkelerinkine eklenmektedir.Bazı istisnalar dışında kadın mirasçılardan hisselerine düşen miras payından faydalanmaya ya cesaret edemedikleri ya da geleneklere bağlılık nedeni ile bu adaletsizliğe ve eşitsizliğe katkandıkları görülmektedir.

Cumhuriyet sadece köylüyü efendimiz yapmayı amaçlamakla kalmamış kuruluşundan 20 yıl sonra da olsa Köy Enstitülerini kurmakla bu amacın gerçekleşmesi için gerekli bir aracı da yaşama geçirmiştir.Ne yazık ki torak reformu büyük tarım toprak sahiplerinin ekonomik ve politik güçlerine dayanarak hem toprak reformunu engellemeyi hem de bir süre faaliyet gösteren köy enstitülerinin kapatılması nı sağlamış olmaları yüzünden KÖYLÜMÜZ EFENDİMİZ olamamıştır.Köy enstitülerinin kuruluş yıldönümü olan 17 nisan da dün bazı ufak anımsamalar dışında gelip geçmiştir. Bununla 17 nisan KÖYLÜ SAVAŞIMLARI ULUSLARASI GÜNÜ olarak başta Lâtin Amerika ülkeleri olmak üzere bütün dünyada kutlanmıştır.

Köylü ve toprak meseleleri günümüzde tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de Lâtin Amerika yanında Asya v Afrika için de prolem olmayı sürdürmektedir.Üstelik köylü savaşımlarının konusu sadece toprak sahip olmakla sınırlı kalmamış buna,tohumluk,tarımürünleri fiyatlarının düşmesi,ieri endüstriyel ülkelerin tarımlarını geliştirerek rekabetçi olmaları,küreselleşmenin yoksul ülkeleri ve ülkeler içindeki köylülüleri daha da yoksullaştırmış olması gibi problemlerle karşı karşıya getirmiştir. Daha ileri giderek denebilir ki Fransa,Ispanya gibi endüstrileşmiş ülkeler köylüleri bile bu problemlerin büyük kısmı ile karşı karşıyadırlar. Daha geçen hafta Ispanyol köylüleri küreselleşmeye,tarıma etkileri yüzünden çevre kirliliğine ve tarımın diğer problemlerine dikkatleri çekmek için protesto gösterileri yapmışlatdır.
Bütün bu çabaları ne sonuçlar doğuracağını zaman gösterecektir.